Korkusuzdu. Düşüncelerinin dışına çıkmadığı sürece hiç endişe duymazdı. Bu yüzden her bir şeyi düşünmek ister, aklında ihtimalleri çoğalttıkça çoğaltırdı.
Beyninin güçlü surları vardı sanki de düşünceleri içinde tutmaya yetiyordu. Ne zaman ki fiile dökecek olsa onları, içinden yıkıcı bir güçle karşı koyuyordu. Kendisi yapıyordu, kendi çabaları ile kendi kendisini durduruyor, somutluğun verdiği keskin sınırları kabullenmek istemiyordu. Düşüncelerinde özgürdü. İsterse koşar, isterse uçardı. Kimse sormazdı “Kanatların nerede?” diye. Düşüncelerinde kanatsız da uçulabiliyordu.
Kafasının içinden çıkmaya çabaladıkça bir bataklıkta olduğunu hatırlıyor ve aniden batmaya başlıyordu. Her defa böyle olmuştu. Fiillerden nefret ederdi bu yüzden. Ne zaman bir yere adımla gidilecek olsa erteler dururdu. Oysa düşüncelerinde bir yerden başka yere gitmek için ayaklarına ihtiyacı yoktu. Bir an Oliver Twist’in yanında ağlayabiliyor, sonraki an Toledo’da Don Kişot’u taklit edebiliyordu.
Günlerce odasından çıkmadığı olurdu, kimseyi görmediği. Çevresinde pek kimse olmazdı, olanlar da bu duruma alışıklardı. Farkında değildi, düşüncelerinin içine hapsoldukça gerçek dünyada kendisine sınırlar oluşturduğunun. Oysa bu ahmâklıktı. Farkına varsaydı, kendisi de bunu söylerdi.
***
Farkına hiç varmadı.
Resim: Silence of İstanbul / Marek Brozozowski