Sonbahar… Sevmiyorum sonbaharları. Her rüzgârda kalbinin üşüdüğünü daha iyi anlıyor insan. Herkesten uzaklaşıp, kendine sarılman gerektiğini kendi dilinde anlatıyor.
Kayboluyor. Sonbaharda kaybolup gidenleri düşünüyorum. Her düşen yaprak, sanki hiç ağaca ait olmamış gibi. Özgür, ama sonunda yok olmaya mahkum. Yok olmak neyse de, sararıp solmaktan kaçışı yok. Belki de ayrılığın rengi bu yüzden sarı.
Baksanıza hava bile bizden daha duygulu oluyor bazen. Güneşiyle neşe katıyor bir güne. Renkler bile nasibini alıyor. Mavileri masmavi olduruveriyor, yeşilleri yemyeşil ama sıkkın oluyor sonbaharda. Bungun… Ağlasa rahatlayıverecek de olmuyor işte.
Bir buluta atıveriyor sonra suçu. Ağla, diyor, boşalt yükünü. Yok olmak pahasına… Korkmuyorum bu yüzden şimşek sesinden. Buluttaki her damla sesleniyor ”gel beni kurtar.” Gelmez. Zaten beklenenler ne zaman geldi ki? Biz beklendiğimiz yerlere gittik mi ki? derken yağmur başlıyor… Gök deliniyor! İşte o an, yol almaya çalıştığım gemideki beni batırmaya çalışan sular azalıveriyor güvertemden. Yer çekimi tersine çalışmaya başlıyor o anda. Yere düşen her damla sıkıntılarımı sırtlayıp gökyüzüne karışıyor. Kalbim hafifliyor…
Rahmet yağıyor…
Tertemiz yapıverip, hiç var olmamış gibi yok oluveriyor…
Ardında her insanın sevdiği toprak kokusu…
*
Konuk Yazar: masalvari