Gittiğin gün yağmur yağıyordu, hem de bardaktan boşanırcasına. Ben yağmuru gördükçe ağlıyordum, yağmur bana bakıp yağıyordu. Güneş gideceğini biliyordu demek ki. Yerini yağmura bıraktığına göre.
Yağmur gittiğinden beri hiç durmadı. Çok yağmasa da ince ince yağıyor. Benim hissettiklerimi hissediyormuş gibi, ince ince yağarak için için, sessizce ağlıyor bulutlar da.
Güneş, sabah kendini gösterse bile saat ilerledikçe yalnızlığın ağır bastığını biliyor. Güneşin bunu bildiği, yaz günü olmasına, gündüzler uzamasına rağmen havanın erken kararmasından belli.
Güneş de aynı sen gibi. Önce görünüp mutlu ediyor. Sonra geride kalanlara ne olacağını hiç düşünmeden gidiyor. Üstelik erkenden, akşam olmasına henüz çok vakit varken… Ama bizim ‘Güneş’e ihtiyacımız var.
Hadi gel de görelim artık şu güneşin yüzünü. Hem de uzun uzun görelim. Böyle bir görünüp bir kaybolunca ısınamıyoruz da. Sen gel, gelirken güneşi de getir. Isınsın artık içimiz. Yoksa kalbimiz buz tutacak.
Sen gelmiyorsun diye doğmuyor güneş…
Lütfen, bizi daha fazla güneşe hasret bırakma!..
Konuk Yazar: Duygu Yaylalı