Taarruza geçmiş yaşamın kılıçtan korunmaya çalışan zırhları gibi sessizliklerimiz. Biz, tüm bu kargaşanın asıl kaynağı, asıl şikâyetçisi ve yine en çok zarar görenleri… Nasıl ki yağmur göğün açılmasıyla birden doluveriyorsa sokaklara, “Ol!” demek bir O’na yakışıyorsa nasıl ki, koşar adım yürüyorsak sokaklarda, nasıl ki şemsiyeler engel olmuyorsa ıslanmamıza ve tüm bunlara rağmen nasıl ki güneş bir kenarda sessizce bekliyorsa; biz, hepimiz, meydanı dolduran birileri varken köşemize çekiliriz. Korumak için kendimizi, sevdiklerimizi, yaşanmışları, yaşanacakları, hayallerimizi, beklentilerimizi hatta. Sessiz sessiz cümleler fısıldarız aralayıp dudaklarımızı. Nasıl ki “Âmin!” der de geçer birileri. Yağmur dolu sokakları hızlıca tüketirken biz… En tükenesiye savaş verdiğimiz, sonunda güç bela döndüğümüzde yurdumuza… Oysa ne zaman yağmur başlasa, taarruza geçen zamanın geçmiş kipi. Kılıcına kuşanan bir yığın hafıza kesitleri. Dimdik karşımızda, yeniden yaşıyormuşçasına veya yaşamıyormuşçasına, baştan dayanmamız gerekiyormuşçasına. Arsız, tutarsız, bölük pörçük, can sıkıcı… Güya geçmiş…